22 Temmuz 2009 Çarşamba

sünnetin muradullahın anlaşılmasında vazifesi?

1. Sünnetin ; muradullahın anlaşılmasındaki
rolü nedir ? Sünnet olmadan muradullahın
anlaşılabilmesi mümkün müdür?
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Sünnet olmadan muradullah anlaşılabilecek
olsaydı Kur'an Efendimiz (s.a.v)'e sadece "tebliğ"
görevi verir, ayrıca "beyan/açıklama" görevi vermezdi.
Temel ibadetlerin nasıl yapılacağına ilişkin
olarak Kur'an'da herhangi bir detay verilmemiş olması,
Kur'an'ın hayata intikalinde Efendimiz
(s.a.v)'in tuttuğu merkezî rolün en açık ifadesidir.
Fazlasöze hacet yoktur.
2. Sünnetin/hadislerin tahrip edilmeye
müsait bir alan olduğunu söylemek Müslümanların
zihinlerinde veya tasavvurlarında ne gibi
algılara yol açar ? Bu algıların yapacağı tahribatın
boyutu ne olur ?
Sünnet'in/hadislerin nakli meselesi üzerinde
şüpheler oluşturarak Kur'an'ı "şahsî görüşlere açık"
hale getirmek ahir zamanda müptela olduğumuz
bir hastalık. "Hadislerin naklinde beşer unsuru yer
almıştır" gerekçesiyle Sünnet/Hadis alanını "tekinsiz"
ilan edenler, Kur'an'ın da aynı beşer unsuru vasıtasıyla
nakledildiğini nedense hep görmezden
gelir. Burada denebilir ki, "Kur'an ilahî koruma altındadır;
ancak Sünnet/hadisler için böyle bir garanti
yoktur." Biz de buna karşılık deriz ki, Kur'an'ın
ilahî garanti altında olması, mesela melekler vasıtasıyla
korunması gibi bir durumu anlatmaz. Yüce
Allah Kur'an'ı bu Ümmet eliyle korumuştur ve bu
durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Kur'an'ı koruyan Ümmet Sünnet'i niçin tahrif eder?!
Bu noktada ikinci bir itiraz da, Kur'an'ın tevatüren
nakledildiği, hadislerin büyük çoğunluğunun
naklinde ise böyle bir durumun söz konusu olmadığı
şeklinde ileri sürülebilir. Buna mukabelemiz de
şöyle olacaktır: Yukarıda sözünü ettiğimiz temel
ibadetlerle ilgili hadisler büyük ölçüde tevatür seviyesine
ulaşmamış rivayetlerden oluşmaktadır. Bu
şu demektir: Bu rivayetleri "güvenilmez" ilan ettiğiniz
zaman İslam'ın temel ibadetlerini bile yerine getirmeniz
imkânsızlaşır. Bu durumu, Din'in bireysel
ve sosyal bütün boyutlarına teşmil edebilirsiniz.
3. Ehl-i Sünnet mezhebinin tepkisel bir
fırka olduğu (diğer fırkalar gibi) ve Şia’ya tepki
olarak doğduğunu söyleyenler var. Bu tespit
doğrumudur ?
Böyle bir iddianın kimden sadır olduğunu bilmiyorum.
Ama ciddiye alınır yanı yoktur. Ehl-i Sünnet,
Efendimiz (s.a.v)'in Sahabe'ye, onların da
kendilerinden sonraki kuşağa aktardığı çizgidir.
Sünnet'i Kur'an'la birlikte Din'de merkezî bir konumda
görmekle diğerlerinden ayrılan Ehl-i Sünnet,
bir "fırka" değildir ki, sonradan/tepkisel olarak
ortaya çıktığı söylenebilsin! Sahabe bu dini Efendimiz
(s.a.v)'den nasıl grdüyse öyle yaşadı, anlattı.
Tabiun da Sahabe'den gördüğünü Din olarak aldı,
anladı, yaşadı ve anlattı. Haricîler'le birlikte tarih
sahnesine çıkmaya başlayan fırkalar ise bu ana
gövdeden şu veya bu sebeple/ölçüde ayrılan arızî
yapılardır.
Soruyu şöyle anlarsak doğruluk payı taşıdığını
söyleyebiliriz: "Ehl-i Sünnet kelamı sonradan
ortaya çıkmıştır." Evet, doğru olan budur. Yani sonradan
ortaya çıkan "Ehl-i Sünnet mezhebi" değil,
"Ehl-i Sünnet kelamı"dır. Bunda şaşılacak bir nokta
yoktur. Zira Ehl-i Sünnet kelamı, sonradan ortaya
çıkan fırkalara karşı Sahabe'den devralınan sahih
İslam çizgisini, yani Ehl-i Sünnet'i aklî delillerle müdafaa
etmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla
sonradan ortaya çıkan "mezhep" değil, "metot"tur.
4. Bir makalenizde Ehl-i Sünnetin bir şemsiye
olduğu tespitini dile getirmiştiniz. Bu şemsiyenin
altına giren genel görüşler yani
turnusol kağıdı görevi yapacak görüşler nelerdir?
Öncelikle buradaki bir yanlışlığı düzeltelim:
Ehl-i Sünnet şemsiye kavramı, birtakım "görüşler"
den değil, "itikadî umdeler"den oluşur. Herhangi
bir Ehl-i Sünnet Akaidi kitabında görülebilecek olan
bu umdelerin bugün için turnusol kâğıdı işlevi görenleri,
Sünnet'e/hadislere bakış ile Sahabe hakkındaki
düşüncelerdir. Günümüzü geçmişten farklı
kılan önemli kırılma alanları bunlardır. Geçmişte
bid'at fırka mensupları, hadisle sabit olan itikadî hususlar
hakkında hiçbir kapalılığa yer vermeksizin,
"Biz bunlara inanmıyoruz" diyorlardı. Günümüzde
ise bir kısım insanlar bir yandan Ehl-i Sünnet olduklarını
söyleyip dururken, diğer yandan gözümüzün içine baka baka hadislerle sabit itikadiyyatı
inkâr ediyor. Hz. İsa (a.s)'ın nüzulünü, kabir azabını,
şefaati… inkâr ederken nasıl Ehl-i Sünnet kalınabiliyor,
anlayan beri gelsin!
5. Günümüzde özellikle Şiar niteliği olan
sünnetlerin terk edildiğini hatta sarık ve sakal
başta olmak üzere pek çoğunun adet olarak nitelendiğini
müşahade ediyoruz. Şiar Sünnetlere
bakış Ehl-i Sünnete göre nedir ?
Ehl-i Sünnet, Sünnet-i Seniyye ile sabit olan
hususlara hassasiyet göstermenin addır. Bu anlamda
temel olarak itikadî sahada kendisini gösteren
bir duruştur. Sakal, sarık vb. sünnetleri hafife
alma tavrına gelince, sadece Ehl-i Sünnet'e değil,
bütünüyle İslamî geçmişe karşı hastalıklı bir tavrın
ifüadesidir. Zira bugün bilmeyen yoktur ki, Şia gibi
bid'at mezhep mensupları dahi sakal, sarık vb. şiarlar
konusunda hayli hassastır. Dolayısıyla bu şiarlar
konusundaki aymazlık, itikadî zaaf yanında,
aynı zamanda bir kimlik erozyonunu ve yabancılaşmayı
da ifade etmektedir.
6. Ehl-i Sünneti anlama da Osmanlı örneğinin
yeri neresidir ?
Ehl-i Sünnet Osmanlı'nın en temel kimlik kodudur.
Temel Akaid/Kelam kitaplarına Osmanlı uleması
tarafından gösterilen ehemmiyet, medrese
müfredatında yer almalarından ve üzerlerine çok
sayıda şerh, haşiye… tarzı çalışmalar yapılmış olmasından
kolayca anlaşılabilir. Sadece ilmî alanda
değil, siyasî alanda da bu hassasiyet yaşatılmıştır.
Şah İsmail'den başlayarak Şia ile mücadele bunun
kristalize olduğu süreçlerden birisidir.
7. Osmanlı Medreseleri ile bugün İlahiyat
Fakültelerini bir kıyas edersek İslami İlimler açısından
durum nedir ? Bugünkü İlahiyat Fakültelerinin
tedrisatı yeterli midir ?
Ali Fuat Başgil'in, Ankara İlahiyat için söylediği,
"Buradan din alimi değil, din münekkidi yetişir"
tesbiti bu soruya cevap olarak yeterli olsa
gerektir. Medrese ile fakülteyi mukayese etmek,
medreseye yapılabilecek en büyük hakaret olur.
Okuduğu Arapça metni doğru dürüst anlamayan
ilahiyat hocalarına bolca rastlandığı günümüz Türkiyesi,
medresenin kıymetinin/öneminin anlaşılması
için yeterli manzarayı vermektedir.
8. Ehl-i Sünnet açısından Zahidül Kevseriyi
nereye koymalıyız ? Muhammed Ebu Zehra
dışında O’nu müceddid olarak gören İslam
Alimleri kimlerdir ?
Zahid el-Kevserî merhumun Ehl-i Sünnet itikadına
gerçekten büyük hizmetleri olmuştur. Matbuat
dünyasında, sadece çeşitli dergilerde yazdığı
makalelerle değil, tahkik ve neşrettiği ve neşrine
önayak olduğu son derece kıymetli eserlerle de
geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuştur. Etkilerinin
bugün bile son derece canlı bir şekilde yaşıyor olması
da bunun bir diğer göstergesidir. Tercümelerinin
neşri müyesser olduğunda ne demek
istediğim rahatlıkla anlaşılacaktır.
İmam el-Kevserî'yi "imam", "müceddid" gibi
vasıflarla anan sadece Ebu Zehra merhum değildir.
Muhammed Yusuf el-Bennûrî, Yusuf ed-Dicvî,
Selâme el-Azzâmî, Abdülvehhâb Abdüllatîf, Abdurrahman
Halîfe, Ahmed Hayrî, Abdülfettâh Ebû
Gudde onu mezkûr sıfatlarla ve benzeri ifadelerle
ananlar arasında ilk akla gelenlerdir.
DR. EBUBEKİR SİFİL İLE SÜNNET ÜZERİNE
Burhan - Nisan 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder