7 Temmuz 2009 Salı

Bütün Yanlışların Temeli : Ene ve Enaniyet(dr.süleyman koyuncu)

Ene ile tabir edilen enaniyetin kalbi Allah Allah zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp, gafletle firavunlaşmaz ve Hâlik-ı semavat ve arza isyan edemez.O zikri ilahi sayesinde ene mahv olur.
Gök, zemin, dağ, yüklenmekten çekindiği ve (sorumluluğundan) korktuğu emanetin müteaddid vucuhunun (ayrı ayrı yönlerden) bir ferdi bir vechi “ene” dir. Evet “ene “ Hz Adem'den şimdiye kadar İnsanlık aleminin etrafına dal budak salan nurani bir şecere-i Tuba (cennet ağacı ) ile müthiş bir şecere-i zakkumun (cehennemdeki kötülük ağaç) çekirdeğidir.“Ene” Künu-u mahfiye (gizli hazineler)olan esma-i ilahiyenin (ilahi isimlerin ) anahtarı olduğu gibi , kainatın tılsım-ı muğlakının (anlaşılması zor gizim ve sırların ) dahi anahtarı olarak bir muamma-i müşkülküşadır (anlaşılması zor olan bilmecedir), bir tılsım-ı hayretfezadır. (hayret verici sırdır) O “ene” mahiyetinin (gerçeğinin) bilinmesiyle ,o garip ayırmalı muamma (görünmeyen gizli sır ) , o acip tılsım olan “ene” açılır ve kainat tılsımını ve alem-i vücubun (Allah'ın zatı, İsimleri ve sıfatlarını ifade eden alem) künuzunu (hazinelerini) dahi açar.2Alemin anahtarı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır.Kainat kapıları zahiren açık görünürken hakikaten kapalıdır.Cenab-ı Hak ,emanet cihetiyle insana “ene “ namında öyle bir miftah (anahtar) vermiş ki ,alemin bütün kapılarını açar; ve öyle tılsımlı bir “enaniyet “ vermiş ki Hallak-ı Kainatın kunuzu mahfiyesini (kainat yaratıcısının gizli hazinelerini ) onun ile keşfeder. Fakat “ene” kendisi de gayet muğlak (kapalı ) bir muamma (zor çözülen sır ) ve açılması müşkil (problem) bir tılsımdır .Eğer onun hakiki mahiyeti ve Sırr-ı hilkati (yaratılış sırrı) , hikmeti) bilinse kendisi açıldığı gibi ,kainat dahi açılır.Şöyle ki:Sani-i Hakim (hikmetle yaratan), insanın eline emanet olarak rubübiyetinin sıfat ve şuunatının hakikatlerini gösterecek ,tanıttıracak ,işaret ve nümuneleri cami (kapsayan)bir “ene” vermiştir.Ta ki o “ene” bir vahid-i kıyasi (ölçü birimi ) olup ,evsaf-ı rububiyet (Yüce Allahın Mahlukatı yaratma ,yaşatma ,terbiye etme gibi vasıfları) ve şuunat-ı uluhiyet (Allahın yüceliğinin ,büyüklüğünün tezahürü olan emir ve filleri) bilinsin,fakat vahid-i kiyasi, bir mevcud-u hakiki (gerçek varlık) olması lazım değildir.Belki hendesedeki (geometrideki) farazi (hayali var sayılan) hatlar gibi ,farz ve tevehhümle (zannetmek, var saymakla bir vahid-i kıyasi (ölçü birimi ) teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakiki vücudu lazım değildir.3Demkki “ene “ namında bu anahtar elimize verilmemiş olsaydı ,Allahın künhünü zaten kavramanız mümkün değildir,ancak o'nun esma ve sıfatları sayesinde varlık ve bilgisini kavrıyorduk Artık ene olmaksızın Allah'ın isim ve sıfatlarını kavramamız ,onlar olmayınca da Allahın varlık ve birliğini ,kemal sıfatlarla muttasıf ,noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu bilmemiz mümkün olmazdı .O zaman Allah-ı tanımak ve ona ibadet etmek olan yaratılış gayemiz tamamen abasiyete dönüşürdü.Allah'ın isim ve sıfatlarının bilinmesi “eneniyete “bağlanmıştır; çünkü, mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti (sınırı) olmadığı için ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret (şekil) ve bir tayyün (görünme ) vermek için hükmedilemez.mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Mesela zulmetsiz (karanlıksız) daimi (sürekli ) bir ziya ,bilinmez ve hissedilemez ne vakit hakiki veya vehmi (var sayılan) bir karanlık ile bir hat (çizgi) çekilse ,o vakit (o ziya ) bilnir .4İşte Cenab-ı Hakkın ,İlim ve kudret, Hakim ve Rahim gibi sıfat ve esması muhit (kuşatan hudutsuz) şeriksiz (ortaksız ) olduğu için onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilnmez ve hissolinmaz Öyle ise ,hakiki nihayet ve hatleri olmadığından farazi ve vehmi (var kabul edilen) bir haddi çizmek lazım geliyor. Onu da “eneniyet” yapar. Kendinde bir rububiyet-i mevhume (hayali bir rububiyet ),bir malikyet (sahibiyet) , bir kudret, bir ilim tasavvur eder,bir hat (çizgi) çizer ,onunla muhit sıfatlara bir hadd-i mevhum (olmadığı halde var kabul edilen bir sınır ) vazeder (koyar). Buraya kadar benim , ondan sonra onundur” diye bir taksimat yapar .kendindeki ölçülerle onların mahiyetini yavaş yavaş anlar.Mesela ,dare-i mülkünde mevhum rububiyetiyle ,daire-i mümkinatta Halik'ının rububiyetini anlar ve zahir malikiyetiyle ,Halik'ının hakiki mahiyetini fehmeder (anlar). ve “Bu haneye malik olduğum gibi ,Halik da şu kainatın malikidir.” Der ve cüzi ilmiyle onun İlmini fehmeder.Ve kisbi (ferdi çalışma ürünü ) sanatçığıyla O sani-i zülcelalin İbdai sanatını (benzersiz ölçüde ve güzellikte sanat eseri meydana getirme) anlar ,Mesela “Ben şu evi nasıl yahtım ve tanzim ettim ; öyle de ,şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş, der. Ve hakeza ,bütün sıfat ve şuunat-ı ilahiyeyi (Allah'ın hiç kimsenin benzerini yapamayacağı filleri işlerini ) bir derece bildirecek ,gösterecek binler esrerlı ahval ve sıfat ve hissiyat “ene “de münderiçtir (içine yerleştirilmiştir.)Demek “ene” ayinemisal (ayna gibi ) ve vahid-i kıyasi (ölçü birimi ) ve alet-i inkişaf (keşif cihazı ) ve mana-i harfi gibi manası kendinde olmayan ve başkasının manasını gösteren ,vücud-u insaniyenin (insanın varlığının) kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin (insanlık gerçeğinin hullesinden (elbisesinden) ince bir ip ve şahsiyet-i ademiyetin (insanlık kimliğinin) kitabından bir elif'tir ki, o elif'in iki “yüzü” varBiri hayra ve vücüda (var olmaya ) bakar O yüz ile yalnız feyze kabildir. (hayrı kabul edebilen). Vereni kabul eder; kendi icad edemez. O yüzde fail (yapıcı ) değil icattan (yaratmaktan) eli kısadır.Bir yüzü de şerre bakar ve ademe (yokluğa) gider şu yüzde o “ene” faildir, fiil sahibidir.Hem, onun (enenin) mahiyeti ,harfiyedir; başkasının manasını gösterir.Rububiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zayıf ve incedir ki , bizzat kendinde hiçbir şeye tahammül edemez ve yüklenemez .Belki eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren mzanülhararet (termometre ) ve mizanülhava (barometre ) gibi mizanlar nevinden bir mizandır.(ölçüdür) ki , vacibü'l Vücud'un mutlak ve muhit ve hudutsuz sıfatlarını bildiren bir mizandır.İşte,mahiyetini şu tarzda bilen ve izan eden ve ona göre haraket eden 5 “Nefsini günahlardan arındıran kurutluşa ermiştir”6 beşaretinde (müjdesinde) dahil olur. Emaneti bihakkın eda eder ve o ene'nin dürbünüyle ,kainat ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü görür. Ve afaki malumat (harici dışarıdan bilgi) nefse geldiği vakit ene'de bir musaddık (gelen bilgiyi doğrulayıcı ) görür; o ulum,nur ve hikmet olarak kalır, zulmet ve abasiyete inkılap etmez.Vaktaki ene, vazifesini şu suretle ifa etti; vahid-i kıyasi olan mevhum rububiyetini ve farazi (olmadığı halde var sayılan ) malikiyetini terk eder “Mülk onun, hamd onun ,hüküm onundur ve ona dödürüleceksiniz.7 der ,hakiki ububiyetini takınır, makam-ı ahsen-i takvime (yaratılışın en güzel kıvamında olma derecesine ) çıkar.Eğer o ene ,hikmet-i hilkatini (yaratılış amacını) unutup , vazife-i fitriyesini yaratılış görevini terk ederek kendine mana-i ismiyle (sadece kendine bakan ve kendi manasını tanıtan olarak ) baksa, kendini malik itikat etse (kendinin her şeyin sahibi olduğuna inansa) ,o vakit emanete hıyanet eder.”Nefsini günaha daldıran da hüsrana uğramıştır.8 manasına dahil olur .İşte bütün şirkleri ve şerleri ve dalaletleri tevliteden ( bütün kötülükleri doğuran) enaniyetin şu cihetindedir. Ki , semavat ve arz ve cibal (dağlar) tedehhüş etmişler (ürkmüşler,dehşete kapılmışlar), farazi bir şirkten korkmuşlar.Evet, ene ince bir elif ,bir tel farazi bir hat ( çizgi) iken, mahiyeti bilinmezse ,tesettür toprağı altında neşvünema bulur (Sünbüllenir gelişir) , gittikçe kalınlaşır , vüvud-u insanın (insan bünyesinin ) her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi insanın vüvudunu bel eder (yutar) . Bütün o insan ,bütün letaifiyle (mahiyetindeki bütün ince duygular ) adeta ene olur.sonra ,nev'in enaniyet-i de bir asabiyet-i neviye ve milliye (milli ırkçılık) cihetiyle o enaniyet-e kuvvet verip, o ene ,o enaniyet-i neviyeye istinat ederek şeytan gibi ,sanii zülcelalin evamirine (emir ve buyruklarına) karşı mübareze eder (karşı çıkar), sonra kayas-ı binnefs (kendine kıyasla) suretiyle herkesi hatta her şeyi kendine kıyas edip Cenab-ı Hakkın mülkünü onlara ve esbaba (sebeplere) taksim eder (paylaştırı); gayet azim bir şirke düşer “Muhakkak ki ,şirk pek büyük bir zulumdür.9 mealini gösterir.10İşte “ene” şu hainane vaziyetinde iken cehl-i mutlaktadır. (gerçek cehalet ) Binler fünunu (fenleri) bilse de ,cehl-i mürekkeble (katmerli cehaletle) bir echeldir (koyu bir cahildir) . çünkü duyguları ,efkarları kainatın envar-ı marifetini (Allah'ı tanımaktan doğan nurlar) getirdiği vakit ,nefsinde onu tasdik edecek ,ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulunmadığı için sönerler. Gelen her şey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abasiyet-i mutlaka (tamamiyle luzumsuz) suretini alır Çünkü şu haldeki “ene “ nin rengi ,şirk ve ta'tildir.Allah'ı (ve sıfatlarını) inkardır. Bütün kainat parlak ayetleriyle dolsa ,O “ene” deki karanlık bir nokta ,onları nazarda sürdürür,göstermez.11Görüldüğü gibi Cenab-ı Hakk “ene” namında bir anahtarı insana bahşetmiştir. Bu anahtarla pek çok sırların kapılarını aralayabiliyor.Ancak “ene” nin var olan iki yüzünden nuranisini nübüvet çirkin ve karanlıklısını felsefe 12 tutmuş gidiyor.Felsefenin tuttuğu yüzde bütün kötüler ve kötülükler, nübüvetin tuttuğu yüzde ise bütün nurani insanlar ve iyilikleri ortaya çıkmaktadır. Ruhun kuvvetleri denilen gazab kuvveti akıl kuvveti ve şehvet kuvvetlirinin de müsbet veya menfi ortaya çıkmasının temelinde yine “ene” yatmaktadır.”ene”ye mana-i ismiyle bakan ve dine itaat etmeyen felsefe, bir şecere-i zakkum suretini alıp şirk ve dalalet zulumatını etrefına dağıtır. Hatta kuvve-i akliye dalında ,dehriyyun (Alemin ezeli ve ebedi olduğunu iddia edip ahireti inkar eden dalalet fırkası ), maddiyyun (maddeye ezeliyet veren maddeci mataryalistler) , tabiiyyun (tabiatçılar, tabiatı yaratıcı kabul edenler) , meyvelerini beşer aklının eline vermiş , Ve Kuvve-i gadabiye (insanın öfke kuvveti ) dalında Nemrutları ,Firavunları Şeddatları beşerin başına atmış ve kuvve-i Şeheviye-i behimiye dalında aliheleri ,sanemleri ve uluhiyet dava edenleri semere vermiş ,yetiştirmiş.Nübüvvet silsilesi ise ,küre-i zeminin bağında mübarek dalları ,kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselin ve evliya ve ve sıddikin meyvelerini yetiştirdiği gibi, kuvve-i dafia (zararlı şeyleri reddetme duygusu dalında 13 Adil hakimleri ,melek gibi melikler meyvesini vermiştir.
Kaynaklar;1-Ahzab,33/72 2-Sözler S 8733-Sözler S.873 4-Sözler S. 8745-Sözler S.874-875 6-Şems /97-Sözler 876 8-Şems /109-Lokman,/13 10-Sözler S 87611-Sözler S.877; Sözler On birinci Söz S197-20512-Sözler S 879 13- Sözler S 878

Ene ile tabir edilen enaniyetin kalbi Allah Allah zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp, gafletle firavunlaşmaz ve Hâlik-ı semavat ve arza isyan edemez.O zikri ilahi sayesinde ene mahv olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder