30 Haziran 2009 Salı

hristiyanlık ta hak din diyen abi olur mu?

“Hıristiyanlık da hak dîndir” diyen Nurcu olur mu?
İslâm’ın temel kitâbı olan Kur’ân-ı Hakîm, Müslümanların her namazda ve namazın her rek’atında okumalarını emrettiği Fâtiha Sûresinde, “mağdûbi aleyhim” ve “dâllîn” zümrelerinin sırât-ı müstakîmde olmadığını açıkça beyân eder. Peki, kimdir bu Kur’ân nazarında küfürde olan gürûh?
Bütün dünyâyı kontrol altına alan gizli ecnebî zındıka komitesinin hinterlandına girmiş bu son asrın sahte ulemâsı hâric, 1.400 senedir “Kur’ân ve Sünnet” çizgisinden ayrılmayan muhakkık dîn ulemâsı, “mağdûbi aleyhim” gürûhunun “Yahûdîler”, “dâllîn” gürûhunun ise “Hıristiyanlar” olduğunda ittifâk etmişlerdir. Nitekim, Diyânet İşleri de, “Kur’ân-ı Kerîm, ehl-i kitâbı kâfir saymakla berâber, müşriklerden ayırmış ve onların yiyeceklerinin Müslümanlara helâl olduğunu bildirmiştir”(Diyânet Takvimi, 6 Ocak 2006) ifâdesiyle, Yahûdî ve Hıristiyanların İslâm inancına göre “kâfir” olduklarını belirtmiştir.
İslâm ulemâsının bu ittifâkı, Kur’ân’ın sayısız âyetlerine ve Peygamber Efendimiz (sav)’in Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Hibbân ve Tirmizî’nin Adiyy ibn-i Hâtem (ra)’den rivâyet ettikleri hadîsine dayanmaktadır (Reddü’l-Evhâm-2, s.162, Rahle Yayınları).
Son asrın İslâm Müceddidi Bedîüzzamân Said Nursî Hazretleri de bu âyetleri aynen selefleri gibi yorumlamıştır. Birinci Cihân Harbinde Müslüman Osmanlılar, Hıristiyan İngiliz-Fransız-İtalyan-Rus ve Ermenilerle harb ederken; Pasinler cephesinde avcı hattında beş yüz talebesiyle berâber “Milis Yarbayı” üniformasıyla kâfirlere karşı cihâd eden Bedîüzzamân Hazretleri, aynı zamânda at üstünde talebelerine bir Kur’ân tefsîri yazdırıyordu. İşte o eserde “mağdûbi”yi îzâh ederken diyor ki: “Kuvve-i gadabiyyenin galebe ve tecâvüzüyle tecâvüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir: Yahûdîlerin temerrüdü gibi!” (İşârâtü’l-İ’câz, s.28)
Aynı eserde “dâllîn” gürûhu için de, “Vehmin ve hevâ-yı nefsin akıl ve vicdânlarına galebesiyle, bâtıl bir i’tikáda tâbi’ olarak nifâka düşenlerdir: Hıristiyanların safsatası gibi” (age, s.29) ifâdesini kullanmaktadır.
Bedîüzzamân Hazretlerinin yukarıda adını verdiğim Kur’ân tefsîrinin Arapçadan Türkçeye yapılmış tercümesi Latin harfleriyle basılırken, “Hıristiyanların safsatası” ibâresi, sanki Üstâd umum Hıristiyanları kasdetmiyormuş gibi, “bir kısım Nasârâdır” şekline çevrilmiştir (Reddü’l-Evhâm-2, s. 161, Rahle Yayınları). Metnin aslında olmayan “bir kısım” ilâvesini esere sokturan zındıka komitesinin kırk yıllık sinsi bir çalışması sonunda, kendisine Nurcu denilen grupların içine, “Yahûdî ve Hıristiyanların da hak dîn” olduğu fikri sokulmuştur.
Son yıllarda kendisini Bedîüzzamân’a nisbet eden ve Basında “Müslüman Calvenistlerin lideri” diye takdîm edilen liderin grubunda İslâm’ın îmân esâslarına taban tabana zıt bu fikrin açıkça savunulduğu zâten biliniyor da; “Bedîüzzamân’ın hizmetkârı” olarak bilinen bir grup liderinin de, “Biz Hıristiyanlığın hak dîn olduğunu biliyoruz”(Vakit, 5 Nisan 05) ifâdesini kullanması ma’nidâr değil midir? Ki, böyle bir inancın, yukarıda açık ifâdelerini gördüğümüz Bedîüzzamân Hazretleriyle hiçbir münâsebeti olmamak gerektir.
Kökü dışarıda o gizli ecnebî zındıka komitesinin el atması ile, Üstâd’ın son zamânlarında yakınına hizmet için sokulan ba’zılarının iğfâl edilmesi, vefâtınden sonra ise o gizli zındıka komitesinin soktuğu bâtıl fikri savunanların cemâatin lider kadroları içinde yer almaları; bugün kendisine “Nurcu” denilen ekseri grup mensûblarının dahi, netîcede İslâm inancının ve ülke menfaatlerinin aleyhine olan “dinlerarası diyalog ve hoşgörü” safında bulunmalarını netîce vermiştir demek zorundayız. Bu dînî ve millî yanlışı gören hamiyetli vatan evlâdlarının bu yanlış anlayışa karşı tavır almaları elbette elzemdi; ama o gizli ecnebî zındıka komitesine âit olan bu zehirli görüşün, istismârcılara bakılarak Bedîüzzamân Hazretlerinden kaynaklandığının sanılması da ayrı bir yanlıştır.
Kur’ân’ımızı ve son hak peygamber olan Hz.Muhammed (sav) Efendimizi kabûl etmeyenleri “hak dîn” sınıfına sokan anlayışla, Bedîüzzamân Hazretlerinin zerre kadar ilgisi olamaz! Bu nâzik mes’elenin delîllerine inşâallah devâm edeceğiz…
Mustafa Kaplan 03.03.2006 Vakit

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder